Bambaşka Bir Bilim Kurgu: Arrival (Geliş)


İçlerinde uzaylıların dünyamıza gelmesi olgusunu taşıyan hatırı sayılı filmler var. Bu filmlerde genellikle uzaylılar istilacı dünyamızı ele geçirmeye gelen varlıklar olarak gösterilir. Her zaman ki gibi ana merkez Amerika’dır. Ve filmlerin sonunda Amerikan askerleri dünyayı kurtarır klişesi mevcuttur. Arrival filmini başka kılan ise filmdeki dünya dışı varlıkların dünyanın 12 farklı bölgesine konuşlanmış olması ve tüm bu ülkelerin birbirleri ile temas halinde olmaları. Tabi ki bizim karakterimiz Amerika’da ancak filmde tüm ülkelerde bu varlıklarla iletişime geçiliyor ve bir şeyler öğreniliyor. Yani tek bilen Amerika rolü bırakılmış.




Baş karakterimiz hatta bence tek karakterimiz  Amy Adams’ın hayat verdiği Dr.Louise Banks. Dr. Louise bir dil bilimci. Hatta devlet adına bazı çeviriler yapmış gizlilik yemini olan ileri düzey bir bilim insanı. Dünya dışı varlıklar ortaya çıkmaya başladığında onlarla iletişime geçilmesi için tüm dünyada bilim insanları seferber ediliyor. Amerika’da ise bu kişiler Dr. Louise ve Jeremy Renner’ın hayat verdiği fizikçi Ian Donnelly.  Film işte tam da burada diğerlerinden ayrılıyor. İşin içinde tabi ki askeri birlikler kuşatmalar güvenli bölgeler var bunlar zaten makul mantıklı şeyler. Farklılık ise onlarla anlaşamadıkları için iletişime geçilme çabaları. Genel olarak bu tür filmlerde bu varlıklar üst düzey organizmalar olarak tasvir edilir hatta dilimizi bile konuşabilirler. Hemen ortalık karışır savaşlar çıkar vs. Burada ise film boyunca bir kontak kurma mücadelesi izliyoruz.
Dr. Louise dünya dışı varlıkların kullandığı dairesel dili çözümlemeye çalışırken dost mu düşman mı soruları nedeniyle sizlerde koltuklarınızda geriliyorsunuz. Onların zaman boyut kavramları ile bizimkilerin farklı olması, kullanılan kelimelerin anlamlarının farklı şeyler ifade etmesi , algılayış farklılıkları çok güzel verilmiş ve açıklanmış. Özellikle zaman kavramı filmde sizi şaşırtacak bir öge. Filmi izlemeyenler için ayrıntı verip büyüsünü bozmak istemiyorum. Sadece şunu söyleyebilirim ; filmin sonunda karakterimizin dili çözmesi ile beraber hiçbir zaman eskiye dönemeyeceğini algılaması ile değişimin kaçınılmaz olduğu ve tercihin yine ona bağlı olduğu gerçeği adeta suratımıza çarpılıyor.


Ne olduğu bilinmeyen ve korkulan bir durum kasvetli ortamlar, ani sesler, gergin müzikler , aşırı kontrast olan sahnelerle başarılı aktarılmış. Basit ama aynı zamanda etkili derinlikli bir anlatım mevcut ki bu da sizi filmin içine çekiyor .Çekimler genel olarak başarılı beni tek rahatsız eden bazı loş sahnelerinin pek net olmaması. Ama genel olarak kurgusu ile senaryosu ile çekimleri ve oyunculukları ile başarılı bir bütün olmuş.



Gelelim asıl güzelliğe. Her daim Amerika’nın dünyayı kurtardığı filmleri bir kenara atın ve her koyunun kendi bacağından asıldığı bir filme bakın. Günümüzün en büyük sorunu olan iletişimsizlik de aslında alttan alta verilen bir mesaj. Her ülke kendi kendine belli bağlantılar kuruyor bu varlıklarla ancak yine bürokratik sebepler ve güvensizlik gibi sorunlardan bir anda herkes kendi kabuğuna çekiliyor. Ancak filmin sonunda da görüyoruz ki bir elin nesi var iki elin sesi var.” Paylaşımın ve iletişimin sorunsuzca kurulabildiği bir dünyada başa çıkılamayacak bir sorun yok” mesajımızı da şuraya not edelim ve iyi seyirler dileyelim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

24 Farklı Kişilik Bir Bedende: SPLİT

Ghost in the Shell: Kabuktaki Hayalet

Dost mu ? Arkadaş mı?